Salı, Mart 1

Rie Rasmussen ya da Tax Free

Okuduğum kitabı dikkatle inceliyor. ‘Do you know this author?’ diyorum. ‘Yeah i know’ diyor.Bilmiyor,biliyorum..

Rotterdam biniş,Paris inişli iki katlı bir tur otobüsündeyiz.İhtiyaç molası zamanlarının çeşitli yer ve zamanlarında,elimdeki çakmağı yere attıktan sonra ‘Hassiktir’ diyerek,tepkileri ölçtüğüm için,yolcular arasında benden başka Türk olmadığına eminim.Bu durumun getirdiği rahatlıkla,kitabı elinden alıp ‘Nereye biliyon,bok biliyon’ diyorum.Gülüyor.Cins bir gülüşü var.Oturduğum koltuğun bayan yanı sıfatlı olmasının hakkını veremiyor.Ben gülmüyorum,önüme dönüyorum.Devasa Sennheiser kulaklığını takarak Rihanna dinlemeye devam ediyor.

Hollandalı otobüs şoförü anadilinde anons yapmaya başlıyor ve kıza işim düşüyor.Omzunu dürterek,kulaklığını çıkarttırıp ‘What does he say?’ diyorum.‘Not heard’ diyor.‘Hay amına koyayım senin’ diyorum.

Paris’in İstanbul,Louvre meydanının Taksim olduğunu varsayarsak,göt oğlanı şoför bizi Beylikdüzünde bırakıyor.Otobüsten iner inmez uzak doğulu gezegendaşlarımız,sağı solu fotoğraflamaya başlıyor.Fotoğraf karelerinde gözükmemek adına çekildiğim her nokta,işe yaramaz hale geliyor.Nereye geçsem orayı da çeken biri mutlaka çıkıyor.Tek dizini yere koyarak,sağ eliyle bana doğru duran objektifini ayarlamaya çalışan birinin,deklanşöre basmasını ‘Lan bi siktir git’ diyerek engelliyorum.Tepkimi anlamlandırıyor,çekiliyor.Herkes sırayla otobüsün bagajındaki eşyalarını almayı beklerken,bayan yanı koltuğumun ‘yan’ı,yanıma doğru geliyor.40-50 metre ilerdeki metro istasyonuna doğru ilerliyoruz.Tek kullanımlık arkadaşlığımızın finalini bir an önce yapmak istiyorum.‘Aşağıda telefon çekmez ben bir arkadaşı arayacağım,sen git’ anlamında telefonu çıkartıp,işaretlerimle onu yolluyorum.Bir sigara yakıp,diğer yolcularında gitmesini bekliyorum.

Bilet gişesinin ardındaki kadına ‘Can i get a daily ticket’ diyorum.Suratıma bakıp,Fransızca konuşuyor.‘Anlıyonda,anlamamazlıktan geliyon dimi zilli seni’ diyorum.Fransızcasının ses tonunu yükseltiyor.Karşılık verip ‘tikıt amına koyayım tikıt’ diyorum.Eline bir post-it alıp ‘26 ?’ yazıyor.‘Ne? tiventi six yuromu,al şurdan’ deyip 30 euro uzatıyorum.Üfflüyor.Baş parmağıyla,sessiz sinemadaki yerli mi-yabancı mı işaretini yapıyor. ‘ay em tiventi yiırs old amına koyayım,altı üstü bi eyç diycen lan’ diyerek,pasaportumu uzatıyorum.bileti veriyor.

Parisi bir gece önceden google maps’in street view programı yardımıyla çalıştığım için,Louvre’u,kaba inşaatını ben yapmışım gibi,elimle koymuş gibi buluyorum.Sabahın çok erken bir saati olduğu için henüz kapalı olan Louvre’un girişinde,tek başıma oturup bir sigara yakıyorum.‘Ulan şimdi sion tarikatınden biri çıkıp da ‘ne geziyon lan bu saatte burda’ der’ düşüncesiyle,‘Sittiret sonra gelirim yine’ deyip kalkıyorum.

Nehrin karşı tarafına geçip,gitmek için,yine önceden üzerinde internetten çalıştığım Fransız patisserielerinden birini bulmaya çalışıyorum.onu da neredeyse hiç aramadan bulup,kapının girişindeki,garson olmasa Clémence Poésy sanacağım kıza,‘selamın aleyküm’ diyerek içeri giriyorum.İçerideki garson kızın ‘Bienvenue’ diyerek beni boş bir masaya yönlendirmesine,‘Hoşbulduk canım sağol’ diyorum.Ceketimi çıkarıp sandalyenin arkasına asıyorum.Garson kız peşime geliyor.Ceketi alıp,kapı girişindeki askılığa asıyor ve yanıma tekrar geliyor.Tamamı Fransızca menünün içinden croissant yazan menülerden birini seçip ‘I want this breakfast’ diyorum.Yine anadilde cevaplar alıp,anlamıyorum.‘Hay sizin dilinizi,siktir git ne getiriyosan getir’ diyorum.Gerçekten gidiyor ve şahane bir kahvaltı getiriyor önüme.

Yan masada elindeki moleskine’e kırmızı mürekkepli Mont Blanc kalemiyle,dışarıyı gözlemleyerek yazı yazan kadife ceketliye gözüm ilişiyor.‘Sanırım şu an yanımda Fransız edebiyatının ünlü bir yazarı oturuyor’ diye düşünüyorum.‘Dize yazıyor galiba,şair mi lan bu?’ diye düşünüp,kaba etimle sandalye arasındaki mesafeyi açarak yazdıklarına daha yakından bakmaya yeltendiğimi fark edince,mimikleriyle rahatsız olduğunu belli ediyor.‘Ulan pezevenk yüz elli sene önce yaşasan,lise 2de sınav sorumdun,şimdi yanımdasın,artisliğin kime?’ diyorum.‘Sikerler’ deyip önüme dönüyorum.

Arkamı dönüp garson kıza ‘Bi çay daha alayım’ işareti yaparken,bir buçuk metre boylarında,Pixar stüdyolarından çıkma karakterlere benzeyen,sevimli bir kızın,gözlerini kısarak beni izlediğini fark ediyorum.Düzenli aralıklarla arkama her dönüşümde,bakışlarındaki keskinlik artıyor.Mahsustan askılıktaki ceketime doğru ilerleyerek,yakınlaşıp,masasındakileri ve kıyafetlerini inceleyerek,karakter tahlili yapmak istiyorum.Kent sigarası,Zipposu,fotoğraf makinesi ve İngilizce Paris guide masada duruyor.Boş sandalyeye sırt çantasını koymuş.Kıyafetlerindeki kumaş kullanımının azlığı,el ve ayak bileklerindeki dövmelerini ifşa ediyor.Çayını şekersiz içiyor.Askılığa gidiş gelişim süresince gözünü üzerimden ayırmıyor.Norveçli bir interrail turisti olduğuna kanaat getiriyorum.Hesabı ödemek için kasaya ilerliyorum.Kasadaki orta yaşlı kadına ‘Nedir günahımız?’ diyorum.Cüzdanımın elimde oluşu,söylediklerimin tercümesini kendiliğinden yapıyor.Birden Norveçli ayaklanıyor.Ben hesabı ödedikten sonra,kasaya o geliyor.Ceketimi alıp çıkıyorum.Arkamdan ‘Monsieur’ diye sesleniliyor. ‘Aha Norveçli peşime geliyor’ diyerek dönüyorum.Elindeki kağıt 5 euro ile garson kız geliyor.Parayı vermeye çalışıyor. ‘Al bacım o senin hakkın’ diyorum.almıyor. ‘tip o tip,sok cebine’ diyorum.Yine almıyor.İçeri girip,parayı bahşiş kutusuna atınca,evrensel bir rahatlık yaşanıyor.Tekrar dışarıya çıktığımda,Norveçlinin köprüye doğru ilerlediğini görüyorum,peşinden gitmiyorum.

Karşıdan karşıya geçmek için,frankafon bir güruhla ışıklarda bekliyorum.Yanımdaki,sarı atletli,çok kısa şortlu,hafta sonu koşusu yapan,orta yaşlı lavuk,durduğu yerde temposunu kaybetmemek için yalancı koşu yapıyor.Henüz yeşil ışık yanmamasına rağmen,araçların seyrekleşmesinden faydalanmak isteyerek,hızla gelen arabayı görmeyip,karşıya geçmeye çalışıyor.Seri bir hareketle kolumu önüne koyup ‘Napıyosun lan yarraam,görmüyomusun ışık yanıyo’ diyorum.gülüyor. ‘Vous avez raison’ diyor. ‘Dalyarraa bak,bide sırıtıyo,bi dur yerinde,şu elini ayağını oynatma’ diyorum.Yalancı koşusuna ve bana bakarak gülmesine devam ediyor.

Gün ilerledikçe,asabi tavrım ve ‘ulan zaten İngilizceye cevap vermiyorlar,ne kasıyorum ki’ diyerek rahat rahat Türkçe konuşmalarım bana keyif vermeye başlıyor.İşi iyice tiyatroya vurup,önüme gelene küfürler yağdırıyorum.bu,bir çeşit hayvanlık,görgüsüzlük,terbiyesizlik olarak değerlendirilebilir.Ama değil.Bir rahatlama terapisi olarak adlandırmalı.İstanbulda gezen bir Fransız da,Sultanahmet Meydanında sağa sola ‘Fils de pute’ diyor olabilir. ‘Doğru konuş lan’ demeden önce,bu durumu dikkate almak gerekir.

George V’dan Champs-élysées’ye doğru çıkarken,sigara yakmak için duruyorum.birisi ‘Hi’ diyor.Dönüyorum ve bana doğru sallanan dövmeli bir el görüyorum.Norveçli bu.Selam veriyorum.Gülüyor.Nereli olduğumu soruyor? ‘Do you think?’ diyorum.İlk denemesinde başarılı oluyor.Yaklaşık bir aydır bu denemeyi yapan,çeşitli milletlerdeki insanlar içinde bunu başaran ilk insan. ‘Are you norwegian?’ diyorum.Önce gülüyor,sonra tebrik edip elimi sıkıyor. ‘My estimates be successfull’ diyorum.Gülüyor.Hep gülüyor.

İsminin Linn olduğunu söylüyor.Tatilini Almanya da geçiriyor ve buraya günübirlik gelmiş.Disney Norway’de çalışıyor.Gidişat,günün geri kalan kısmını birlikte geçireceğimizi işaret ediyor.‘Bir bahane bulur kaçarım yanından birazdan’ diye düşünüyorum.Birlikte Champs-élyées’de bir restorana oturuyoruz.Anadilde menü yine başıma bela oluyor.Sesli sesli ‘Sikicem böyle işi’ diyorum.Linn anlıyormuş gibi gülüyor.Diyorum ya,hep gülüyor.Önüme gelen mix grill’in içindekilerin birinden huylanıyorum.Garsonu çağırıp ‘Is this pork?’ diye soruyorum.Değil anlamında işaretler yapıyor. ‘Helal yani’ deyip,ağzıma atıyorum.Beş dakika sonra aynı garson gelip,biraz önce yediğim şeyin domuz olduğunu anlatıyor. ‘Amına koyayım senin’ diyorum.Önemli bir problem olup olmayacağını soruyor. ‘Siktir git lan şurdan’ diyorum..Geri kalanını,bıçak ve çatalın arasına sıkıştırıp,Linn’in tabağına koyuyorum. ‘Al sen ye,bu sana helal’ diyorum.İstemiyor.Nedenini soruyorum. ‘Don’t like’ diyor.Berbat İngilizcemin yettiği kadar,anlatıyor ve dinliyorum.Linn’in İngilizcesinin de pek iyi olmayışı,iletişimimizi daha sağlıklı bir hale getiriyor.İngilizcesi az iki insan,hangi milletten olursa olsun,rahatlıkla anlaşabilir.Yanından kaçmak için bahane aramayı unutuyorum,gerek kalmıyor.Arada Türkçe konuşmamı istiyor.Söylediğim şeyleri anlamıyor oluşuna rağmen,çok hoşuna gidiyor ve gülüyor.Garsona işaret edip ‘Hafız,şu masayı topla hele,bize iki de çay getir’ diyorum.Sadece bakıyor.Gelip topluyor. ‘Hadi kız kalk,çayı da başka yerde içeriz’ diyorum.Hesabı ödüyorum,kalkıyoruz.

Eiffel’e kadar birlikte yürüyoruz.O demir yığınına yaklaştıkça,yanımıza ellerindeki Eiffel heykelcikleriyle ‘Hola’ diye yaklaşan zenci satıcılarda sıklaşıyor.‘Yok oğlum I’m not spanish lan’ diyerek,‘mikrofonlardan kaçan ünlü şarkıcı’ gibi uzaklaşıyorum.Eiffel’i arkamıza alıp fotoğraf çektirmeyen tek insanlar biz oluyoruz.Ben yaklaşıp,yapımında kullanılan malzemeyi inceliyorum.Üzerinde ‘I (kalp) Norway’ yazan tişörtlü bir kız görüyorum.Linn’e ‘bak kız hemşerin,gel gidelim yanına’ anlamında işaretler yapıyorum.Gitmek istemiyor. ‘All right’ diyorum,Lacoste tişörtlü hafta sonu babalarını saymaya devam ediyoruz.30 tane saydığımızda kalkarız diye anlaşmıştık,20.yi de sayıp kalkıyoruz.

Linn’in tren istasyonunda olması gereken saat yaklaştıkça,vaktin geçmemesini istiyorum. ‘Oyalayayım da kaçırsın treni,kalırız bu gece burada beraber’ diye düşünüyorum,olmuyor.İnsan,birkaç saat önce ‘Manyak mı lan bu?’ diye düşündüğü biri için nasıl bunları ister.Oluyor işte.Son olarak Angel-A filmindeki meşhur Pont Alexandre III köprüsüne gidiyoruz.Filmdeki Danimarkalı Rie Rasmussen ve Linn arasındaki benzerlikler oldukça fazla.İkisi de birdenbire ortaya çıkıyor.Tek fark,aralarındaki 35 cmlik boy uzunluğu.Köprünün üzerinden sarı atletli,çok kısa şortlu bir adam koşarak geçiyor. ‘Salağa bak,hala koşuyor’ diyorum.Beni tanıyor,selam veriyor.Paris’te bir Fransız,geçerken bana selam veriyor.İlginç geliyor.

Saint-Lazare’a gitmek üzere metroya biniyoruz.Metro yolda kalmıyor,bomba ihbarı gelmiyor,elektrikler gitmiyor.Tam saatinde biz gidiyoruz.Tren garına girerken sarılıyoruz.Görüşeceğiz diyoruz.Gidiyor.Arkamı dönerek ilerliyorum. ‘Emre!’ diye bağırıyor.Dönüyorum. ‘Türküm lan ben,mal ! ’ diyor.Hızla trenine koşuyor. ‘Vay amına koyayım’ diyorum…

5 ay sonra…

İstanbul.

Masanın altından dövmeli bir ayak bileği görüyorum.Kafamı kaldırıyorum.Burası bir tax free bürosu.O’nu görüyorum.Tanımamazlıktan geliyorum.İlerliyorum.Geri dönüyorum.Yaklaşıp bir miktar tax free faturamın olduğunu söylüyorum.Tarihini soruyor. Söylüyorum.İşe yaramayacağını söylüyor.‘Rulo yapayım yani o faturaları’ diyorum.Gülüyor.Hep gülüyor…



Salı, Şubat 16

.chuck palahniuk or serdar ortaç


.’peki invisible monsters’ı kim çeksin istersin?’ dedim..’’bana tolerans ver’ düşüneceğim’ diye cevapladı batu..‘’bana intikam ver’,gidip choke’u mahvettiği için clark gregg’i vurayım’ dedim..

.yol boyunca,fransız sinemasındaki nouvelle vague akımından,bir ay sonra yine birlikte gideceğimiz sarkis’in site adlı sergisinden beklentilerimize kadar geniş bir sohbet içerisindeydik..arada,otobüste yan sırada yolculuk eden ispanyol olduğunu sandığımız turistleride etkileyelim mantığıyla,museo nacional del prado,pablo diego ruiz y picasso falan da dediysek de,herhangi bir reaksiyon alamadığımız için geri dönüyorduk normal konuşmalarımıza..

.tahminimizden yaklaşık bir buçuk saatlik bir rötarla alanya’ya varmış,önceden rezervasyon yaptırdığımız otele doğru yol almıştık..kafamızda böyle bir tatil planı yokken,arkadaşımız gökhan’ın o yaz yaşadıkları,bizi ’ulan ne hala iki senede bir olan bienali kovalayıp duruyoruz,bizde denizin,kumun,manitaların tadına varalım,birazda somut şeyler peşinde koşalım’ düşüncesiyle buralara kadar getirmişti..kalacağımız otelden,takılacağımız beachlere,barlara kadar bütün tavsiyeleri alarak hazır bir şekilde gelmiştik bu yeşille mavinin buluştuğu yere..

.batu ’aslında bunun orjinali bir mısır halk şarkısıdır’ dedi,bende söz alıp ‘evet,hatta çoğu kimse bilmez,zamanında sanat güneşimiz zeki müren de bunu yaralı gönül adıyla coverlamış’ diyerek araya girip,konuyu daha da derinleştirdim,bir saat önce tanıştığımız didem ve hazal barın pistinde black eyed peas’den pump it eşliğinde dans eden zibidileri izlerken..verdiğimiz kutsal bilgilerden zerre etkilenmiyor,önlerindeki sex on the beachlerinden yudumluyorlardı..masadaki kısa süreli sessizliğin ardından ‘e hadi çıkıp bizde dans edelim’ tekliflerini,batu kulağıma eğilip ‘biraz daha kendimiz olursak,iki gündür olduğu gibi bu gecede başbaşayız’ dedikten sonra kabul ettik..pistteki buğracanlar,boğaçhanlar,yiğitcanlar biçimsiz ve koordinesiz her hareketleriyle artı puanlar toplarken,bende yeğeninin düğününe gelmiş,ortada oynanan çiftetelliye slow alkışlarıyla eşlik eden yozgatlı mahmut abi gibi kalmıştım..batu ise cool olmak ya da yavşak olmak arasındaki o ince çizginin üzerinde durmuş,ne yaptığının farkında olmadan ritme ayak uydurmaya çalışıyordu..bir yarım saat kadar daha bu anlam karmaşası sürdükten sonra,kızları pistteki buğracanın kollarında bırakıp sahile doğru indik..

.sırtımızı kumsaldaki tekneye vermiş,elimizdeki beck’sleri içerken ‘yarın sahaf cezmi abiyi arayayımda,istediğim kitaplar gelmişmi diye sorayım’ dedim..batu fevri bir hareketle ayağa kalktı,’ulan bu güzelim tatil beldesinin gerizekalısı olduk,hala sahaf diyosun,kavramsal sanat diyosun..aklını s.keyim senin’ diyerek beni tersledi..bir süre daha bu şekilde karşılıklı atıştık..‘ben odaya gidiyorum,limewiredan bengü,demet akalın falan indireceğim’ dedi,gitti..

.ben kumsalda
sigur rós dinleyip,minimalist yaklaşımlarımla karşımdaki denize,gökyüzündeki yıldızlara çeşitli anlamlar yüklerken,’ne düşünüyosun bakalım’ diye bir soru geldi arkamdan..dönüp ’aa naber?’ dedim bir gün önce beachde tanıştığımız naz’a..hande yenerin elektronik müzik yapmasını yadırgamıyo oluşu,diğerlerinden farklı kılmıştı onu benim için..muhabbeti hande yener üzerinden götürmeye karar verdim fakat ben kelepçe şarkısından geriye,oda acı veriyor’dan öteye geçemiyordu..kavşağı madonna’ya bağlayamadan öpüşmeye başladık..

.odaya çıktığımızda batu yoktu..naz ise,bizim hesap kabarmasın diyerek içindekileri özenle koruduğumuz minibardaki viski ve bitter çikolatayı açmış yatağımın üzerindeki kitapları inceliyordu..’elif şafak’ın aşk’ını okudunmu?’ diye sordu..’soyut olguların yüzeyselleştirmeye çalışıldığı şeyleri okumam’ dedim..elindeki kitapları bırakıp,bana doğru yaklaştı..’neyse tamam,napıyosun orda sen?’ diyerek,iyice sokuldu yanıma..önümdeki laptopdan itunes’u açtığımı görünce ‘hadi bi serdar ortaç aç da sevişelim’ dedi..

.yarım saat sonra,serdar ortaç yerine erik truffaz’dan nu jazz esintileri eşliğinde yaşayacağımız birleşmenin yaratacağı orgazmın ruhumuzu mont blanc’a kadar çıkarabileceğini söylediğimi,naz’ında buna karşılık ‘ya saçmalama aç power turk falanda gel hadi’ dediğini anlattım batu’ya..’ee sonuç’ dedi..’’olmadı,’aptalmısın nesin’ diyerek gitti’’ dedim..batu ise o sırada gittiği başka bir barda çalan bengü şarkılarına eşlik etmeyi denemiş ama bir türlü senkronu tutturamamış,sonra bir önceki akşam yemekte tanıştığımız emekli albay tuğrul beyle otelin casinousunda tavla oynamış..ardından lounge fm eşliğinde karşılıklı hayat üzerine gece çeşitlemeleri yapıp,bu gecede boy abdesti almaya gerek kalmadan sırayla duşlarımızı aldık ve yattık..

.’işiniz düşerse arayın mutlaka,dostluğumuz burada kalmasın’ dedi daha sonradan tanıştığımız lalelide tekstil işiyle uğraşan selim bey,arkasına birşey yazılmaması için çizik attığı kartvizitini verirken..elimizde bavullarla otelin kapısından çıkarken arkamızdan ‘çocuklar’ diye bağırdı..döndük,’istanbulda da yapalım bu okey partilerinden,zevkli oluyomuş yeni nesil kekleri yenmek’ deyip o.ospu çocuğu gibi sırıttı..’hay s.keyim belanı senin göt’ dedim içimden..taksinin bagajına bavulları yerleştirirken,rıhtım tarafında naz’ı yiğitcanla sarmaş dolaş bir vaziyette gördüm..

.batu biraz önce muavinin dağıttığı kahvesinin şekerlerini karıştırırken,‘bence invisible monsters’ı quentin tarantino ya da david fincher çekmeli’ dedim..’o değilde,bengü iyi lan aslında’ dedi..bi süre sonra ’sen dönünce bizim çocuklara skor tabelasında çift haneli rakamları gördük dersin’ dedi..’olur’ dedim..

Cumartesi, Aralık 12

.lucky strike or love


.’inanmıyorum ne kadar değişmişsin’ dedi..’sende’ diyemedim,o hala aynıydı..aradan otuz yılda geçse,çoluğa çocuğada karışsa,değişmeyecek bir tipi vardı..ben,’neden arayıp sormadın hiç bunca zamandır,hayırsız’ gibi içinden çıkılamayacak bir muhabbete girmemek için susuyordum..ama ipek susmadı,iki yıl boyunca birbirimizden uzak geçirdiğimiz vaktin her saniyesini anlatmaya niyetliydi..

.’ne olur işin çıkmasın gel bak,tam senin kafadır oda,seversin’ dedi..zaten çok şaşırmıştım rus bir sevgilisi olduğuna,birde onla birkaç saat geçirmemi istiyordu..bugüne kadar yalan/doğru olarak hep tatil köylerindeki rus manita hikayelerini dinledik..acaba onlarda namus meselesi yaptılar da,bizim karılarımıza kızlarımızamı göz diktiler diye aklımdan geçmedi değil..’sen daha iyi bilirsin,turistik yerleri,zaten dönücek moskovaya birkaç güne,gezemedi adam akıllı’ sözleriyle ısrarlarını sürdürdü..kabul ettim..kebap,tandır falan yedireyimde,gitsin anlatsın orda istedim..

.ben bir önceki gün İstanbula gelen Nikolai’ı taksimde kaldığı otelden almaya giderken ’tamam canım hadi öptüm sizi,ben geç kalmam dersim bitince direk gelirim’ dedi telefonda ipek..zihnimde düşlediğim yavşak tipli nikolai,onu otelin lobisinde beni beklerken ilk gördüğümde yerini efendi bir çocuğa bırakmıştı..artık ipek beni ona nasıl anlatmışsa,beni görünce hemen tanıdı ayağa kalktı..bozuk ve komik türkçesini,az konuşarak saklamaya çalışıyordu..

.nikolai,hepsinden tatsın diye ona söylediğim karışık kebabı yerken,’’alıcan bunu yapıcan moskovada adınada alexander de,duvarada as dedenin fotoğrafını ‘ilk olarak o yapmış,kendi adını vermiş’ diyerek salla,ver elli rubleden,iki yıla zincir restoranları açarsın valla’’ dedim iskenderi işaret ederek..gülerek her lafımı başıyla onaylıyordu..bir yandanda kuverin kelle başı hesaplandığı yerde,fındık lahmacuna,eşantiyon tulum peynirine,çiğ köfteye abandıkça abandı..hayvan gibi yiyordu masadaki her şeyi..garsonun ’künefeyi şimdi attırayımmı’ teklifini nikolai’a izah etmeden ‘attır sen yer bu ivan dragon’ dedim..gerçektende kendisininkinden sonra benimkininde yarısını yedi..hesap geldiğinde hiç oralı olmuyor,aptal aptal suratıma bakıyordu..eli masanın üstünde olduğu halde ‘koy onu cebine,görmemiş olayım’ dedim,ödedim hesabı..

.sabahtan beri girmek istediğim konuya tam rakıyı bardaklara doldururken girmiştim..o kadar saat turistik yerleri gezdirirken verdiğim tarihsel bilgiler arasında konuya girmeye çalışmış başaramamıştım..bütün konuşmalarımızda ben ilber ortaylı gibi ona taşı,mermeri anlatıyor,oda bana osman tamburacı gibi rubin kazandaki türk futbolculardan bahsediyordu..en sonunda ‘yaa nikolai,ipek benim kardeşim,üzülmesini istemem,senide sevdim iyi çocuksun yapmazsında ters bişey,ama doğru söyle skor tutuyomusun orda?’ diyerek konuyu açtım..‘nası yani skor?’ dedi..’skor derken,nasıl olsa ipek uzakta diye malı götürüyomusun yani?’ dedim..yine anlamayınca yüksek sesle ‘fuck buddy’lerin varmı moskovada?’ şeklinde anlayacağı bir dilde sordum..’yok abi’ demesinden sonra ‘vardır oğlum,üzüm bağından üzüm koparmadan mı geldin’ dedim..bozuk türkçesiyle söylediklerinin tercümesi sanırım ‘abi valla ipekden başkasına bakıyorsam ne olayım’ idi..’yani nikolai,yanlış anlama tamam ipek iyi hoş kız ama,sen karının kızın membasından geliyosun,ne işin var elin kızıyla,ki zaten kaç ayda bi görüyosun’ dedim..bana vereceği cevabı hazırlamak için sustu..

.şimdi nikolai bana ‘ne var lan monica bellucci’de italyadaki salvatore’leri,giancarlo’ları,vincenzo’ları bırakıp elin vincent’ını sevmiş,evlenmiş’ diye çıkışsa haklı,göt gibi kalırdım orda..sonra birden ayağa kalkıp alsa şişeyi eline,kırsa kafamda ‘seviyorum .mına koyim,çokmu gördünüz bu aşkı bana şerefisizler,rusuz diye sevemezmiyiz’ dese yine haklı adam..

.bunları demesine gerek kalmadan ipek geldi..sarıldılar,birbirlerine günlerinin nasıl geçtiğini anlattılar..bir vedat milör bir mehmet yaşin edasıyla yediği beleş kebabı dakikalarca anlattı nikolai..arada beni unutuyor birbirlerinin gözlerinin içine dalıp gidiyorlardı..yeni bir ufak açtırıp,masaya gelen çalgıcılardan rusya halk şarkısı ‘kalinka’yı çalmalarını istedim..bilmediklerini söylediler,melodisini mırıldanıp,klarnetçinin gömlek cebine yirmi lira koyunca hatırladılar ve çalmaya başladılar..nikolai,ka ka kakalin diyerek kendini kaptırmış oynarken,ipek elimi tutup her şey için teşekkür etti..’abartma o kadar,bende çok eğlendim siz sağolun’ diyerek mütevaziliğimden eserler sundum..ipek tuvalete kalktığında nikolai,iki saat önce hazırladığı cevabı söylemek için bekliyordu..’i love ipek’ dedi..kendini rahat ifade edebileceği bir dilde,en sade ve en güzel şeyi söylemişti..’gözümsün nikolai’ deyip omzuna vurdum..

.ikiside ısrar ettiği için o haftasonu nikolai’ı uğurlamak için bende gitmiştim havaalanına..göndermeyeceğini tahmin ettiğim halde moskovadan isteklerimi söylüyordum nikolai’a..daha evvelki gün hesapları bana kitlediği yetmiyormuş gibi sigarayı bile benden otlanan adamdan karton halinde lucky strike istiyordum..ikisini vedalaşmaları için baş başa bırakıp,stockholm uçağının sırasındaki isveçli kızları izlemeye başladım..ipek’e yanıma ağlayarak gelip ‘hadi gidelim’ deyince,sarıldım..omzunun üstünden isveçlileri kesmeye devam ederken,’.mına koduğumun pezevengi getirir inşallah lucky strike’ları’ diye düşündüm..

.aşk,sert bir tokat gibi yüzüme vurulmuştu...

Pazar, Kasım 1

.scholes or the spice bazaar

.’nerdesn ?’ dedi attığı smsle..o sıra Eminönü durağına yaklaşmış,’ulan bu durakta sağdaki kapımı açılıyodu diğeri mi?’ özetli bir çelişkiye düşmüştüm..’inmek uzereyim canm,geldnmi sen?’ yazıp yolladım..tercihimi bana göre sağ,makiniste göre sol kapıdan kullanıp,o tarafa yoğunlaşmış,buruşuk sarı suratlı,mart ayında olmamıza rağmen şortlu turistlere ‘excuse me’ deyip kapıya doğru ilerledim..kapılarda bulunan yuvarlak sarı ‘inecek var’ yazılı tuşa,hiçbir işe yaramadığını bile bile,sırf iş olsun diye basarak bekliyordum..

.’o’ ise son yazdığım smse attığı cevaba göre,’ohoo’ ile süslenmiş bi süredir mısır çarşısının girişinde bekliyordu..dört aydır tanışıyor olmamıza rağmen bu üçüncü buluşmamızdı..favori yönetmenlerimizin,dinlediğimiz müzik türünün,en beğendiğimiz modacının,yaşamak istediğimiz şehrin,tüm zevklerimizin aynı olmasına rağmen,randevu planlarında hep bir tersine marjinal olma çabası içine giriyordum..belkide ilerde çocuklarımın annesine,daha bana nerde buluşalım sorusunu sormadan ‘mısır çarşısının girişindeki İtimat Peynirciliğin önünde bekle’ demiştim..daha evden çıkmadan Télépopmusik dinleyerek Stephane Rolland’ın tasarımlarına bakan ben,yeni kurulmaya namzet bu ilişkinin üzerine adeta bir Kapalıçarşı çocuğu edasıyla yürüyordum..

.durağa iyice yaklaşınca fark ettim yanlış kapıda beklediğimi,seri halde ‘excuse me’ diyerek diğer kapıya ilerlemeye çalışıyordum kalabalığın içinden..neyse ki durağa yanaşmadan,tramvaydakilerin ‘geç yeğenim’ destekleriyle doğru kapıya varmıştım..çarşının önüne altgeçitten çıktığımda,elindeki Pradası,gözündeki Tom Forduyla beni bekliyordu..kına gecesi alışverişine çıkmışız,Malatya Pazarından karışık kuruyemiş yaptıracakmışız gibi,çarşıdan içeri girdik birlikte..kalabalığın içini önden ben yarıyor,’o’ da peşimden geliyordu..sağ elimi arkama eğik bi şekilde yatırdıysamda,koluma girmiyor,iki eliyle Pradasının kulpunu tutuyordu..

.yol boyu ne ‘o’ sordu,ne de ben söyledim nereye gittiğimizi..muhtemelen hayattaki zevklerim ona bir güven sağlamıştı..tahminlerine göre ya çok eski bi sahafa doğru gidiyor,ya da mimari bir sergiye götürüyordum ‘o’nu..Gülhanedeki The North Shield’in kapısında duraksadığımızda,tahminlerindeki kötü ve iyi senaryonun tam arasında kalmışlık yaşadı..Fulham – Manchester United maçını izlemeye geldiğimizi söylediğimde ise şaşırırken yüzündeki tebessümü anlamlandıramadım..süper ligde,tribünlerde birlikte maça gelen,iki kelimelik aşk sözcüklerini aynı tip iki formanın arkasına paylaştıran onlarca çifti görüyorduk her maç öncesinde Musa Çözen yönetmenliğinde..ya da ağustos ayında sezonun ilk maçlarını yazlık yerdeki çay bahçesinde birlikte izleyen sevgi pıtırcıklarını..benim yaptığım gayet,bunları modernizme yaklaştırma çabasıydı..zira gönülden bağım vardı Fulham’a renklerinden ve stadından dolayı..

.maç daha başlamamıştı..maçı bekleyen turistlerin tiplerine bakarak memleket analizi yapmaya çalışıyordum..beklediğimin aksine ingilizler çoğunlukta değildi..sanıyorum Ji Sung Park’dan dolayı Manu’yu destekleyen çekik gözlü turistlerin,kulaklarımı tırmalayan aksanlarından ötürü bir an,üzerlerine yürüyüp susturmak istedim..koreli olduklarını anladığımdan ‘aman dur şunları sinirlendirmeyeyim,bırak konuşsun dursunlar’ dedim..japon olsalar ‘kafamı s.ktiniz lan pezevenkler susun bi’ diye çıkışabilirdim hepsine,zerre haz etmem japonlardan..çevreme bakınıp Anglosakson aradım durdum..yoksa bu çekik lavuklarla ne maçının heyecanını yaşayacaktım..

.ben etrafta kafa bi turist ararken,’o’ dergi köşesinden aldığı dergiye bakınıyordu..memnuniyetsizlik yoktu tavrında,söylediği iskoç viskisini yudumluyordu..maçın başlamasına birkaç dakika kala dahada dolmaya başladı içerisi turistler tarafından..çalışanlar haricinde bizden başka hiç türk yoktu içeride..biz hariç herkesin elinde Top 10 Turkish bilmemne adlı kitapçıklar vardı..ve bizden başka kimsenin Fulham’ı desteklemediğinide maç başlayınca anladım..


.’o’, C.Ronaldo gangsterini görünce ‘ben kırmızıları destekliycem’ dedi..futbolcu tanıyo oluşu hoşuma gitsede,kararlı bir şekilde karşı çıktım bu teklifine..viskisinden yudumlayıp,ilk manu atağında hareketlenmeye başladı..olası ‘yar namzetim’,bir ingiliz ladysi gibi ataklarda coştukça coşuyor,özellikle alman ibnelerin dikkatini çekiyordu..scholes’un keklik gibi sekip topu elle çizgiden çıkarmasından sonraki suskunlukta ‘red card,red card,penalty’ diye bağırarak ayağa fırladım..öylede oldu kırmızı kartı yiyen scholes’un ardından penaltı kazandı Fulham..topun başına kaptan murphy gelip,penaltıyı gole çevirdiğinde ‘gooaall’ nidalarımı atıp, ’great captains,great captains’
şeklinde alkışlı tezahüratımı yapıyordum..şiir gibi oynuyorduk resmen..kalede schwarzer devleşiyor,kesilen Manu ataklarının ardından,’yeaahhh’ diye bağırıyordum..

.birden ‘o’ dahil bardaki herkes,’red devils,red devils’ diye tempo tutmaya başladı..benim bağırış çağırışlarım olmasa herkes efendice izleyecekti maçını,tezahüratlarımla karşımda beynelmilel bir tepki buluyordum..tüm ulusları geçtim,’o’da benim karşımdaydı..o sezon Beşiktaş tribünlerinde çok popüler olan yıldız tilbe orjinli,‘şampiyon olalım beşiktaşım’ girişli tezahüratı,’lets be champion this year fulham,lets fuck chelsea and arsenal’ şeklinde tekrarlayarak bağırıyordum..üçlü çektiricek kimsem olmadığından korelilere dönüp ‘black’ dedim,akabinde elimi kulağıma dayayıp white demelerini bekledim,demedi götverenler..bir kez daha black dedim,yine göt gibi kaldım ortada..

.ikinci yarıda gera’nın attığı golde,çılgın atıyordum ortalıkta..bi kaç turist barı terk etti..peşlerinden ‘go honey go go’ diye bağırdım..shrek kılıklı domuz rooneyde kırmızı kart görünce,’london is our,love is our’ diye bağırmaya başladım..peşi sıra hesaplarını ödeyip ayrılan turistlerin ardından ısrarla ‘london is our,love is our’ diye bağırıyordum..maç bitti,Fulham diye bağırarak biramı yudumlamaya başladım ve sürekli kahkaha atıyordum keyiften..

.ortam sakinleştikten sonra hesabı ödedim ve kalkmak için hazırlandık,bizden önce koreliler çıkmak için kapıda tuvaletteki arkadaşlarını bekliyorlardı..bir kez daha ‘black’ diye bağırdım,yine cevap vermediler yavşaklar..arkamdan ‘o’ white dedi..döndüm ‘black’ dedim,yine ‘white’ dedi..sarıldık,o ‘seni seviyorum’ dedi,ben
Fulham dedim..

Salı, Eylül 8

.pulp fiction or my inner alien



.'then why you try to fuck him like a bitch' dedi,Jules..'I didn't' diye cevapladı Brett..işte tam o sahnede duydum 'massive attack - live with me' şarkısıyla melodilenen telefonumun sesini..yine 444lü numarasıyla o banka arıyordu..

.yaklaşık 8 aydır benim numaramın erdal tez'e ait olduğunu ileri sürerek belli belirsiz aralıklarla ısrarla arıyorlardı..ilk bi kaç aramalarından sonraki her aramalarında,açmasammı diye düşündüm..fakat her defasında 'ulan ya bu kez beni arıyorlarsa' çelişkisine düşerek açmıştım..bende aynı bankanın müşterisiydim,kredi kartımın limitini her ay zorladım ama her ay biyerlerime girip çıkan faizlerini göze alıp ödüyordum alt limitlerini gününü geçirmeden..veya belki 'değerli müşterimiz,uzun bi süredir sizi başka bi müşterimizle karıştırıp arayıp durduk..özür dileriz,bunun için lütfen sizin için ayırdığımız,yanlızca üye iş yerlerinde kullanabileceğiniz bin lira hediye paramızı kabul edin' gibisinden ütopik düşüncelere kapılarak açtım telefonu..

.her ayın sonuna yakın,sayın erdal tez konu girişli mesajlar geliyor,ödenmesi gereken meblağ belirtiliyordu..her ayın 10undan itibarende telefonla aramalar başlıyordu..zamanla açılıştaki efendim sözü,artık konuyu bildiğimden vede samimiyetten 'alo'ya dönüşüyor,karşı tarafın gayet ciddi hal ve tutumundan sonra ise,mevzuyla ilgili türettiğim türlü esprilerdende yapılması henüz düşünme aşamasındayken vazgeçiyordum..ısrarlı sululuk yapmak istemelerimin sonuç vermemesinden ardından birden sahte tavrımı orta koyup 'erdal denilen şahısla hiçbir ilişkim yoktur,ayrıca belirttiğiniz isimde hiçbir tanıdığımda bulunmamaktadır' gibi ifadeler veriyordum..

.bi süre sonra bu durumun düzelmesini isteyip,bankanın genel merkezine telefon açtım..konuşmaya başladığımda bütünüyle hararetli bi ses tonu kullanacak,cevap vermelerini beklemeden 'ne biçim bankasınız lan,kafamı buluyosunuz' gibi konuşmalar yapacaktım..operatöre bağlanınca,'yok lan şimdi papaz olmayalım bankayla,zaten borcum var,göte gelmeyelim boşuna' diye düşünerek sakin konuşup,olayı tatlıya bağlamaya karar verdim..'ulan hangi bölüm bakıyo böyle sorunlara' diye düşünürken birden bağlandım müşteri temsilcisine..erdalla olmayan ilişkimi,defalarca arayanlara bu durumu izah ettiğimi fakat henüz bi netice alamadığımı anlatmaya çalıştım..durumu hemen düzelteceğini başka bi sorum olup olmadığı sordu..'var' dedim,'sorum var'..'bi baksana ordan bilgisayardan,kimmiş bu erdal,çok merak ettim'..böle bi yetkisinin olmadığından,ayrıca bu bilgilerin verilemeyeceğinden bahsetti..'ya bişey olmaz hafız,aramızda kalır,söylemem kimseye senin sölediğini,hadi bak bi söle ordan' demeyi çok istesemde diyemedim elbette..teşekkür edip telefonu kapattım,ama sinirlenmiştim..aylardır beni içimde bi erdalla yaşatıyor,erdalın varlığını bana teyitte ediyor ama kim olduğunu söylemiyorlardı..

.'ulan eskiden erdal diye bi arkadaşım vardıda,sırf piçliğine bankada hesap açıp benim numaramımı verdi?' sorusuyla oturdum bende ilkokul fotoğraflarını falan karıştırmaya başladım..eskilerdende birşey çıkmayınca 'neyse lan,aramazlar daha herhalde,adam o kadar düzelltiricem dedi' diyerek,bu konuyu sorun olmaktan çıkartmaya çalışıyor ama bir yandanda,birdenbire ikinci benliğime dönüşen erdal karakterini gözümde canlandırmadan edemiyordum..aslında erdal yerine nebileyim böyle bi melis bi sinem olsa fena olmazdı..hali hazırda yaş ortalaması düşük olan isimler bunlar,bankada hesabı olduğuna görede reşittir illaki,yaşı yaşıma uyma olasılığıda fazlasıyla yüksekti..o müşteri temsilcisini bi şekilde bağlar,olmadı isminden bi şekilde bulur,tanışma fırsatını yakalardım..al sana bedavadan,tamamiyle gerçek romantik komedi..borcunuda kapatır,çıkardım karşısına..

.Brett'in 'I didn't' dediği an'a dönelim,Jules'un 'yes you did..yes you did,Brett..you tried to fuck him..and Marcellus Wallace don't like to be fucked by anybody, except Mrs. Wallace' demeden hemen önceki an'a..

.yine aranıyordum,o lavuk müşteri temsilcisine güvenmiş,bir daha aranmayacağımı düşünüyordum..daha 4 gün önce bankaya gidip,kredi kartımın alt limitini fazlasıyla ödemiş,götü sağlama almak için makbuzumuda almıştım..benim için aramıyorlardı,çok belliydi..'dur lan açmayayım,arasın dursun götverenler' dedikten sonra,arama bitene kadar 'live with me' dinledim..aradan on/onbeş dakika geçtikten sonra yeniden çalmaya başladı telefon..telefonu cevaplayıp,sınırsız bir şekilde basmak istedim küfürü..varsın kayıt altına alınsın konuşmalar..veya açıp 'evet lan benim erdal,ödemiyorum .mına koyim borcumu' demeyide düşündüm,ama o hiç olmazdı,erdalın başını yakardık yok yere..bunların hepsini unutup,içimdeki hayvanı bi kenara,içimdeki erdalı diğer bi kenara kaldırdıktan sonra vazgeçtim,açmadım yine telefonu..bundan sonraki herhangi bir iş günü yine aranacağımdan emin bir şekilde..

.melis olsa sinem olsa yapacağım şeyi,erdal için yapmaktan kaçınıyordum..araştırsam,bulsam ne diyecektim adama? 'abi borcun varmış,dalgınlığına gelmiş herhalde benim numaramı vermişsin,olur öyle olsun..gel taksite bağlayalım şunu azar azar ödersin,bütçeyi sarsmadan' desem,oda 'kimsin lan sen,sanane' dese mantıklı bir şekilde açıklayamamda durumu..sonra düşünüp 'banane lan,adam yapmış borcu rahat rahat geziyo,dırdırını biz çekiyoruz' dedim..başladım internetten aramaya..bulamadım..sonra yine telefon çaldı..açmadım..

.başkasının yerine başkasından kaçıyordum...

Perşembe, Ağustos 27

.kingdom or caramel macchiato


.buyrun emre bey şu tarafa alalım sizi diye bahçe tarafına yönlendirdi bizi en gülen yüzüyle..sahte bi gülümsemeyle bu ilgisine karşı memnuniyetimi göstersemde,içimde yine o hayır diyemeyeceğim soruyla karşılaşacak olmanın sıkıntısı vardı..

.2 ay öncesiydi,yine hepbirlikte bişeyler içeceğimiz adres belliydi,san marco's..o gidişimizden önceki 2 gidişimdede aynısından istemiştim,caramel macchiato..bu kez yoktu aklımda,yeterdi artık..oturur oturmaz o güler yüzlü adını henüz bilmediğimz garson,üzerinde yeni yetme karetecilerin kırmak için çalışacağı dev menüleriyle gelmişti..her nedense bana vermedi ve o soruyu sordu 'Her zamankinden mi ? '..yüzündeki samimi tebessüm beni benden almış ve istemsizce 'evet' demiştim..halbuki her zamankindenin ne olduğunun farkında bile değildim..bu sorunun sorulması gayet mutlu etti beni,ufak çaplı bi şöhretim vardı orda..kasılarak yan masalarada baktım,beni tanıyan çıkarmı diye..nede olsa oranın müdavimi ve tanınanıydım..

.bi sonraki gidişimiz yine aynı olağanlıktaydı,ve yine o soruyu aldım 'Her zamankinden mi ? '..yine kasılarak başımla onayladım..hükmümü perçinleştiriyordum..küçük bi krallık oluştumuştum orda..tanınıyor,selam veriliyordum..
sonraları yanlız gitmeye başladığımda bu selam verilmelerin üstüne,hal hatır sormalarda eklenince değme keyfime artık..
.daha önce oraya uğramamış arkadaşlarımı,benle buluşmak istediklerinde oraya davet etmeye başladım,gelmeli ve dahil olmalılardı küçük krallığıma..onlar gelmeden bi süre önce oraya gidiyor,krallığımı giderek perçinliyor ve misafirlerim gelincede giderek kasılıyordum..ama hala aynısını içiyordum..
.artık hal hatır sormalar esnasında kaş göz arasında geliyordu soru,ben hayır diyemiyordum..istemediğim halde evet diyordum..içeceğim benim krallık tacımdı..onu kaybedemezdim..her gidişte gelen soruya evet diyordum tacımı kaybetmemek adına..artık can sıkıcı bi hal almaya başladı ve giderek kabusa..
.bi türlü hayır diyemiyordum,başka bişey söyleyemiyordum..artık bende o menüye bakmak,seçenekler arasında gezinmek,garsona şu nasıl diye sormak istiyordum..olmuyodu sürekli evet anlamında başımla onaylıyodum malum soruyu..
.sarayında mutsuzlukla gezinen bi kraldım,tacını bi kenara itmiş,gizlice halkını izleyen onlara özenen bi kral..zorla o tahta oturtturulmuş..

.sahte bi gülümsemeyle garsonun ilgisine memnuniyetimi belirttiğim güne dönelim..sıkıntının içimde had safhada olduğu güne..
.herkese menüler dağıtıldıktan sonra gözgöze geldik serkan beyle,adını biliyordum artık elbette..(aslında diğerleride aynı soruyu bana iletiyodu,onlarda şovalyelerimdi krallığımdaki..o denk gelmişti bugünüme) düşündüm elimden gidicek olan tacımı,tahtımı,sarayımı..gitsindi artık,umrumda değildi..soruyu sordu ve hayır çay dedim..demleme çay,kaçak çay mümkünse hatta,ince belli bardakta..
.çayın ikinci yudumu için bardağı kaldırdığımda tabakda altına yapışıp bardakla birlikte kalktığında yaşadım asıl rahatlamayı..tahttan inip yüce halkımın arasına karışmayı..mutlu olduğum yere dönmeyi...

Cumartesi, Haziran 20

.letters to Jean-Pierre

' .filmlerdeki mezarlığı arıyorduk ısrarla, pariste olmalıydı o mezarlık bundan emindik..dümdüz tamamen çimlerle örtülü ve bembeyaz küçük haçlarla donatılmış devasa mezarlık, o yanılgı ikimizde de vardı, defne ve ben..o mezarlık pariste biyerlerde, hadi bulalım..paristeki üç ünlü mezarlığa(ki başka yoktu) aynı gün içinde gittik..claire gibi hissettim (bazen hissederim, nedense çok yakın hissederim kendime) tüm gün aynaya bakmadım kendimi görmemek için, turuncu saçlıydım..ve bulamadık mezarlığı amerikada olmalı dedik..ilk gittiimiz devasa mezarlıkta jimmy morrison ı gördüm..mezarının önünde bi bayan polis bekliodu öne doğru kıvrılmış siyah küt saçları ve erkeksi hatlarıyla..ifadesizce bekliyordu anormal bi durum yaşanmasını ve dolayısıyla işinin beklemenin ötesine çıkmasını..ama yaşanmadı..jim morrison'ı yalnızca dinleyen kitleydi mezarının çevresindekiler ölümünden acı duyacaklar değil..inceledim üzerine fırlatılmış çiçeklerin altındaki aslında sıradan görünen mezarlığı.."and Jim Morrison had his elevators..His elevators..He had his elevator angels.."kulaımın içinde mırıldanıodu Coco ve Rosie..içimden ağladım mezarını yaklaşık 1,5sa. aradığımda anlam veremeyen arkadaşımın daha da anlamsız bulmaması için gözyaşlarımı "She sounded like an angel when she cried.." ve şarkı bitti..beni bekleyen ayakların yanına doğru ilerledim..

.sonra bi cafeye oturduk..tatlı istiyodum ısrarla..kahve ve tatlı..arkamdan bi nefes yaklaştı mükemmel fransız aksanıyla " matmazel" diye fısıldadı..anlamsız olduğunu bildiğim halde duraksadım arkama dönmedim hayal kırıklığını ertelemek için..arkamda bana fısıldayan sesin ısrarla siz olduunuzu düşünme sürecini uzatmak için bekledim..tekrar "matmazel" dedi o ses..hala küçük bi umutla döndüm bana bakan sizden oldukça yaşlı gözlere..siparişi verdim ona..ve sustum sessizleştim bi süre..defne:
"neyin var senin?"
"hiç"
"bi anda tuhaflaştın, weird girl" (yeni öğrenmişti bu kelimeyi ve her fırsatta kullanıyodu)
"bilmem öle mi?"
"oui"
cevap vermedim, yine sustum..

III. alexandre köprüsüne gitmek istiodum..angel-a nın atladığı köprüe..en çok bulunmak istediğim yere..köprünün kollarına dokunmak istiodum tüm tozlarını üzerime silmek..fallen angellığı benimsemenin acısını üzerime çekmek..zamanımız yoktu..metro biletinin saat 00da sona ereceğine dair iddiaları ve gitmeme yönündeki ısrarları reddediyordum..orda olmalıydım, kesinlikle olmalıydım..koştuk metroya yetişmek için kuleden köprüye kadar..topuğum kanamaya başlamıştı ayağıma vuran babetlerden..ama durmadım, koştum..ve ordaydım..'pont alexandre III.' parlayan melek heykellerine hiç kimsenin bakmadığı gibi bakıyordum, gözlerim sulandı..gecenin karanlığına direnerek parlayan küçük melekleri inceledim..sonra köprüye attım ilk adımımı an'ı kaydederek..luc besson'ın yönetmen koltuuna oturduu zemine attım adımlarımı..köprünün kollarına sürttüm üşümüş ellerimi..daha da üşüdüm taş soğukluğuyla..melek adama dokundum..anja garbarek dinledim..köprünün diğer tarafına geçmek, nehre atlamak ve andre tarafından kurtarılmak istedim..ama yapmadım benim saçmalıklarımla yeterince zaman kaybetmişlerdi..oysa ki yarın altından geçicektik tekneyle..ama ben üstünde olmak istemiştim ve herkesi koşturmuştum bencilce..ama orda olmak bayım..bunu tarif edemem..zenci fransızlar kırmızı ışıkta durup laf atmaya başlamışlar ve bunu farkedemeyecek kadar kendimden geçmişim..onlara bağıran adam sesini duyunca bile kendime gelemedim..beni kolumdan çekiştiren ellerdi sanırım beni o anın içinden koparıp çıkaran..

.filmlerin içindeydim o iki gün pariste..Julie Deply gezdirdi beni Paris sokaklarında gözlerindeki kalın çerçeve gözlükleriyle..Claire olup mezarların fotoğraflarını çektim..Angela bana uslu bi kız olup o nehirden atlamamı tembihledi heykelden yapılmış kanatlarıyla..Luc Besson'ın beni sarsıcı kollarını üzerimde hissettim her adımda..beni bi yerlerden tanıdıına eminim..ya da beni yaratan parmakların o olduğuna..ve bana sonumu çarpıcı şekilde gösteren adama teşekkür ettim..henüz hissetmediklerimi sessizce beklememi tuhaf yollarla söleyen adama.. '


pazartesi,haziran 15

emre'ye...

Perşembe, Haziran 11

.le figaro or DDA


.'arkadaşlar bu tarafa' diyerek orta tarafa çağırdı bizi uzun saçlı adam..zaten kalabalık olmayan tribünde göze çarpmak pek sevindirmemişti beni,ama iyi bişeydi gittik yanlarına..başlamak üzereydi kinci yarı..iki bir önde olmamıza rağmen hala tehlike vardı,daha çok bağırmalıydık,buranın raconu böyleydi,bağırmayana su bile yok politikası izleniyodu..tüm marşlara eksiksiz ve tüm sesimle eşlik ederken,birden duraksadım..on'u izliyordum,on numarayı,delgado'yu..on numara sırtına yakışsada,ruhuna yakışmamışdı..geldiğinden beri bunu düşünürdüm hep..ama o gün farklı bi gözle bakıyordum..top umrumda değildi,sustum ve onu izliyordum sürekli,bakışlarımla ona gol attırmalıydım..her nereye ayak basarsa gözüm ordaydı,onun üzerindeydi..zaten pek koşmadığı için zorda olmuyodu..susmuştum,bişeyler olcağını hissederek..ayağındaydı top,ilerliyordu..gözlerimi olabildiğince kıstığım anda topa vurdu,kalecinin üzerine gidiyordu top,biraz daha kıstığımda gözlerimi dümdüz zeminde sekti top,kalecinin üstünden geçip gol oldu..

.çıldırmıştı tüm tribün,önemsiz bi lig maçıydı ama aşırı bi sevinç vardı..ben sevinmiyodum,bu golü benim attırdığımı düşündüm..gayet cool takılıyordum tribünde..ilk yarıdada yaptırmıştım bunu,gözümü serdar'ın üzerinden ayırmamıştım,oda gol atmıştı..ne oluyodu bana,bi yeteneğimimi keşfetmiştim..yoo olamazdı,tesadüfdü..

.herkes mutluydu,uzun bi aradan sonra bu kadar rahat bi galibiyet almıştık..herkesin adresi belliydi,kazan birahanesinde demlenilicekti..gökyüzüne baktım,turnikeden çıkar çıkmaz,büyük bi yağmur damlası kolonisi gözümün içine girmişti..bu yağmurda oraya yürünmezdi..içkide içilmezdi,bi kahve iyi giderdi bu yorgunluğun üstüne..gökhan'a ist'de yemek ve üstüne mocha ısmarlamayı teklif ettiğimde kabul ediceğinden emindim..ama son yıllarda gördüğüm en sağnak yağıştı bu,yürüyemezdik dolmabahçeden taksime kadar..taksiye binmek iyi bi fikirdi..

.durduğumuz ve gitceğimiz yerin yakınlığından dolayı reddedildiğimiz 4. taksiydi bu..hemen bizden sonra bi adamı aldı aracına..giderek daha çok ıslanmaya ve daha çok sinirlenmeye başlamıştım..gökhan'ın finikülere binelim adlı ısrarlı önerilerine daha koyu bi ısrarla karşı çıkıyodum..oraya kadarda yürüyemezdim,ve inat etmiştim..maçkaya çıkan yokuşun oraya geçtik,hiç değilse ordan gittiğimzde yol biraz daha uzardı,daha çok yazardı taksimetre,bu taksiciyi mutlu edebilirdi..yağan yağmurdan sigarada yakamamaya başlamış giderek dahada sinirli bi hal almıştım,bu taksininde durmaması üzerine..yokuşda bizi almadan yukarı doğru çıkışına dikkatli ve gözlerim kısık bi şekilde bakıp,'umarım çıkamazsın o yokuşu' dedim..iki saniye geçmedi..patt sesiyle taksi yokuşdan aşağı kaymaya başladı..durduramıyordu kendini ve bi arabaya çarparak durdu..ortalık karıştı o an..kötü bi tebessümle ellerimi montumun cebine yerleştirip,'hadi finikülere gidelim o zaman' dedim..

..kötü adamdım ben,mistik bi güce sahiptim artık..dünyayı şekillendirebiliyodum..korktum kendimden..yemekleri yemiştik,kahveler gelmeden tuvalalete gelmiştim ben..aynada kendime bakıyodum..dünyayı değiştiren adam,slogan bulmalıydım birde kendime,yeni bi süperkahraman kostümü,şekil bi logo..DDA,kısaltmamdamı olmalıydı..saçmalıyorum gene,hayır saçmalıyorum..denemeliydim bikez daha yapmalıydım,tesadüf olduğunu görmeliydim..geri döndüm masaya,bizle ilgilenen garson kızı kestirdim gözüme..çok kibar bi şekilde benim geldiğimi görünce,'kahvelerinizi şimdi getireyim o zaman' dedi..beni beklemişti..gülerek kafa salladım..baristadan fincanları aldığında,gözlerimi kıstım gene,hadi hadi düşür onları dedim içimden seri bi şekilde..düşürmedi,buyrun mösyö diyerek masaya koydu fincanları..tanımıştı beni,çok iyi anlamasamda Le Figaro okuyordum bazı sabahlar orda..giderken yan masanın boşlarını aldığında,yeniden kıstım gözlerimi,düşür düşür dedim gene içimden..düşürmedi..çok rahatlamıştım,süperkahraman kostümümü çıkarmıştım üstümden bi daha giymemek üzere..

.anahtarım elimde apartman kapısını açmaya çalışıyodum o gecenin sonunda..kepenklerini az önce indiren bakkal nurettinde evine doğru gidiyodu,sabah su istediğimde unutup beni mahkum etmişti eve..bu kez istem dışı bi şekilde gözlerimi kısıp baktım,taşa takıldı ayağı tökezledi,düşmemek için çırpındı..gülüyordum ona,içeri girdim apartmandan ve gülmeyi kesip duraksadım..gözlerimi kıstım ve düşüyordu..

.ulan yoksa... !!

Çarşamba, Haziran 10

.shadow or others


.çok belliydi,oda sıkılmıştı..kim bilir kaç saat önce devralmıştı jeton gişesini bi önceki vardiyasından..yoksa tam bir tane jeton parası uzattığım halde bana -kaç tane? sorusunu sormazdı..şaşırmışlık ve sinirlenmişlik belirtilerimi son anda içime gömdüm bunları düşünüp..neyse 12 dakika vardı vapurun kalkmasına,jeton gişesinden henüz geçmeyip dışarda bi sigara daha içebilirdim..çakmağımın olmadığı bilinçaltıma iyice yerleşse o an bu fikri düşünmezdim belki,gene etraftaki vapurun kalkmasını bekleyen kalabalıkdan çakmağını isteyecek birini seçmeliydim..iki tane orta yaşlı kadını kestirdim gözüme..slims sigara içiyolardı,çakmaklarıda büyük ihtimal bi inşaat şirketinin promosyon çakmaklarıydı..bi kaç saniye içinde bu kadar şey düşündükten sonra,-çakmağınızı istirham edebilirmiyim matmazel ? sorusunu yanlarına daha tam yaklaşmadan ilettim,sahte bi kahkahayla -madamız biz madam. dedi biraz daha genç gözükeni..göt olmuştum,retro desenli bi zippo çıkardı çantasından..ikinci denememde sigarayı yakmayı başarıp,dahada sempatik gözükmek için -müteşekkirim matmazel. dedim..ısrarla kadınlara hala matmazel diyordum,belki bunu sıfat olarak onlara yakıştırmaya çalışan hayatlarındaki ilk erkek bendim..kadınların yanına gitmeden önce kendime bi yer kestirmiştim gözümde,am sigaramı yakıp arkamı döndüğümde,elinde laptoplı,takım elbiseli bi denyo kapmıştı yerimi..başkada yer yoktu,ortada sıçan oyunundaki topu kapmak için çeşitli şebek hallere düşen sümüklü bi çocuk gbi hissettim kendimi,her tarafa yönelimimde saçmalıyordum..kadınlardan biri büyük sayılabilecek poposunu bana çakmağı uzatan kadına doğru iteleyerek -gel burda yer var delikanlı.diyerek bana yer açtı..beğenmedim bu sıfatı..ben onlara matmazel diyerek hayatlarında bir yer ediniyor,ilk oluyordum..onlar bana,her üç insandan birinin diyebilceği bi sıfatı yakıştımışlardı..ama orantı fena değildi,her 878 insandan birinin yapabilceği bir iyilikdi belkide bu yer vermeleri..reddetmek gibi bir lüksüm yoktu,kabak gibi ortada bekliyemiyceğim için,oturdum yanlarına..olası sorulara hazırdım gayet..ilk soru öğrencimisin olucaktı,sonrasındaki klişe sorular ardarda akıcaktı üstüme..yeni bi toplu taşıma aracı muhabbetine hazırdım büyük oranda..

.turnikeden jetonu geçirdikten sonra,her defasında yaptığım turnikeden geçişte alt kolu ileri iterek geçme artistik eylemini bile yapmamıştım sinirden,her insan gibi bende düz geçtim..beni yanlarına davet eden ama hiçbir soru sormadan sohbetlerine devam eden kadınlara doğru arkamı döndüm,geliyorlardı onlarda kalmışları yerlerinden..kaçar gibi hızlandım ileriye doğru..iskele kapısına yığılma olduğundan bi kaç saniye sonra arkamda sohbetlerinin devamını duydum..erdemin iş görüşmesi iyi geçmiş,bunuda öğrenmiş oldum..erdem biraz daha yaşlı kadının oğluydu,anladığım kadarıyla hukuk okumuştu,bi kaç seneye büro açardı kendine..ama artık bi önemi yoktu kadınların ve onlarla bilimum kan bağı olan insanlardan..beni yanlarına alıp,hiç bi soru sormamışlardı..sorsalardı sıkılırdımda ama sormalıydılar..ben onlar için günün güzel tarafı olmalıydım..sıradan bi vapur yolcusu değildim olmamalıydım onlar için..
.hızla ikinci kat güverteye çıktım..herkes gölge olan banklara oturmaya çalışırken kimsenin vapurun birz sonra ters dönceğini ve gölge olan tarafın değişeceğini hesap etceğini düşünmüyodum benden başka..ölede oldu,herkes gölgeye kaçarken ben gittim en çok güneş gelen yere oturdum..birden -ay bu vapur ters dönücek,güneşe oturalım.diye bi fikir duydum bi kadından..tanıdıkdı bu ses,dışardaki kadınlardı..onlardan olabildiğince uzaklaştığımı düşünüyordum ama olmamştı,ve gelip benim karşıma oturdular..benim gibi düşünen yegane insanlardı vapurdaki..sohbetlerine devam ettiler,güverteye çıkana kadar konu değişmiş,nişantaşında bir butiği olan arkadaşları ayselden bahsediyolardı..dikkatimi çekmedi konu,karşıyı izlemeye başladım..
.tamda planladığım gibi oturduğum yer gölge olmuştu..diğer taraf için birbirleriyle yarışan insanlar gözümde ezilmişti fazlasıyla,kendimi çok üstün gördüm..artık ben ve diğerleriydi..



.musical tasted day

.sabah işe geliyorum,mecidiyeköyden metroya bindim cam kenarına yumuldum..gayrettepede yaşlı bi teyze bindi tam karşıma oturdu,ters gidince midesi bulanıyomuş ıkındı sıkıldı arkasına baktı falan bende yer değiştirmeyi teklif ettim,mutlu olarak teklifimi kabul etti.çantasından buzdolabı poşeti çıkardı,ağzı çift düğüm edilmiş..düğümü açıp içindeki şam fıstıklarından uzattı bana,teşekkür edip istemediğimi söyledim,ısrar etmeye gerek kalmadan elime sıkıştırdı,elimi yumak yapıp fıstıkları içine sıkıştırdım,kadıncağızın içine sinmemiş olsa gerek çantasından içinden 3 tane eksik küçük 10lu selpak çıkardı,içindeki peçeteleri boşaltıp elimdeki şam fıstıklarını alıp selpak paketinin içine koydu ve tekrar bana geri verdi..adeta bi bağ oluştu teyzeyle aramızda,o an biliyodumki benim burnum kanasa kadının yüreği sızlıycak..pamuk yanaklarıyla sürekli gülerek yüzüme baktı,bende utandım camdan simsiyah suretli dışarıya baktım..

' sizin yokluğunuzda biri daha beni utandırdı !!! '

ben indim leventde,teyze kalkmadı yerinden belliki 4.levente gidicek..belliki mecidiyeköye bi hasta yakınına ziyarete geldi,yoksa sabahın o saatinde mecidiyeköy 4.levent arası yolculuk yapmasına bi sebep yoktu..

iner inmez elimdeki şam fıstığı dolu selpak paketini çöpe atmayı düşündüm,çünkü akmerkeze ulaşana kadar sigara içicektim ve fıstıkları yemete vaktim yoktu..kıyamadım fıstıklara,içinde emek olan selpak paketine..içmedim sigara,fıstıkları yemek istedim,her fıstığın kabuğunun elimde lüzumsuzlaşması sonucu yanımda bi çöp kutusu buldum ve attım..yürür halde fıstıkların kabuklarını açmaya çalışıyor,elimde lüzumsuzlaştığı anda ise yanımda bir çöp kutusu buluyordum,bu müthiş bişeydi..fıstıkların kabuklarını açmam çok uzun sürmüyordu,hayır,çöp kutuları çok sık yerleştirilmişti..içimden teşekkür ettim,belediyeye..ülkede hala teşekkürü hakeden bürokrasi var demekki diye düşündüm..sonra gazete bayimden gazetemi alıp,bayi ablayada fıstık uzattım,oda istemedi..bende paketin içinden 4-5 tane fıstık alıp,müthiş buluş selpak paketini ablaya uzattım..teşekkür edip aldı..

bir selpak paketi bir sabah,bi çok insanı teşekküre layık bi çok kişiyi mutlu etmişti,bu çok şahane bişeydi..süpersonik bi sabahtı..

Salı, Haziran 9

.avni yada erzurumspor

.kocaman saksıya takılıydı gözüm,onla kesişiyordum,içindeki çiçeğin ne olduğu hakkında tahminler yürütmeye başladım..o kadar dalmıştımki saksıya,'-serseriler' diye çemkirmesiyle müdürün,anca ayırabildim saksıyı perspektifimden..ben hariç yanımda sıralanmış diğer 4 kişinin başı öne eğikti,ben hala saksıya bakıyordum..neydiki bu çiçek,çok aptal bi şekli var..arasıra müdürü bunu sularkende görmüştüm,ama sormamıştım hiç ne olduğunu..

.1 saat önce...

.'bu anahtarda değil oğlum',diye söylendi mertcan 11 yaşında yaşadığı bu ilk büyük heycanın vücudunu titretmesiyle..'hadi oğlum açıcak kapıyı bu sarhoş çabuk kilitle',sözünu tolga her ne kadar kısık sesle söylemeye çalışsada,hademenin odasına 5 öğrenci tarafından kilitlenmeye çalışılan türkçe öğretmeni avni çelik bunu duydu ve akabinde ettiği küfürü sanırım hepimiz ilk kez duyuyorduk..en sonunda bulmuştu doğru anahtarı mertcan ama elleri titriyordu,deliğe denk getiremiyordu bi türlü..bi an tolga ve can'ın gücünün toplamının iki katına çıktı avni hocanın gücü,kapı açıldı yarısına kadar..etrafı kolaçan eden benle gözgöze geldi,sinirden ettiği küfür anlaşılmaz olmuştu bu sefer,anlamamıştım..benimde kapıya asılmamla kapı avni hocanın üstüne kapanmış ve kilitlenmişti..hızlıca iki kat yukarı çıkarken,merdivenlerde,kapıyı kırmaya çalışan bi boğa gibi düşündüm avni hocayı..sınıfa girdiğimizde beşimiz sınıf mevcudunu 5 eşit parça bölmüş ve çevremize almış,aşağıda ne yaptığımızı anlatıyorduk..

.takrar müdürün odası...

.hepimiz farklı hocalar eşliğinde farklı boş sınıflara yollanmıştık,savunmalarımızı yazmak üzere,oysa hepimiz biliyorduk hiiçbirimizin birbirinden farklı şeyler yazmıycağını..yada bunları düşünmedik hiç,aklımız hemen okulun yanındaki sağlık ocağında yatan avni hocadaydı..sinirden kalp krizi geçirdi dendiğinde,inanmıştık yaşından dolayı..korkuydu hepimizin içindeki ama benimki farklıydı diğerlerinin korkularından..onlar önümüze konan tasdiknameleri ailemiz imzaladığında onlara verilecek tepkiden korkuyolardı,bu çok belliydi..bense,yaptığımız ucuz bi şakanın bi insanın yaşamına mal olcağını,olmasa bile bundan sonraki yaşamının farklı gelişeceğinin korkusunu taşıyordum..

.saat akşam 8 olmuştu ve aramızdan henüz iki kişinin ailesinin okula gelmiş olmasından dolayı bekletiliyorduk..sanıyorum 6. senemi geçirdğim okulda ilk kez bu saatte içinde bulunuyordum..ilk defa bu kadar ilginç geliyordu bu 91 yıllık bina..aslında tüm bunlara sebep içimdeki korkuda olabilirdi,kimse hocanın durumu hakkında bilgide vermiyordu..yüzümüze nasıl baktıklarını sadece ben görebiliyordum,galiba sadece ben ağızlarından çıkacak hocanız iyiymiş sözünü bekliyordum..

.uzaklaştırmanın son günüydü,bi sonraki gün 10 gün sonra okulun yolunu tutucaktım,ve o gün türkçe dersi vardı..gitmekle gitmemek arasındaki oince çizginin üstündeydim..mahcupluk değildi içimdeki,korkuydu tamamen..aklıma hocanın felç olmuş yüzü geliyordu hep..felç olabilirmiydi? olmazdı,olsa okula devam edemezdi sanırım..bu iyi bi haberdi şimdilik..bi çok kez türkçe dersinde nasıl cetvel kullanılır,buna şahit olmuş biri olarak,o meşhur ucu kağıtla bantlanmış tahta cetvel darbelerinden bile korkmuyordum..

.korkuyu ilk kez bu kadar açık ve acı hissediyordum,okul bahçesinde içeri adım atmadan önce..türkçe dersi son iki dersdi ama onu okul bahçesinde görmek an meselesiydi..gözümü kapadığımı hatırlıyorum,ilk adımımı attığımda..açtığımda okulun 4de 1i yanıma ilişmişti..diğerlerinin cezası 7 gündü,bana hala bilmediğim bi nedenden dolayı 10 gün vermişlerdi..özlemek değildi bu,bi çoğuyla görüşmüştükde geçen haftasonu,o hadiseden sonra beni ilk kez okul formasıyla görmek ilginç gelmişti onlara..kiminin gözünde kahraman,kiminin gözünde güdük necmi,kimininkinde bi gaddardım..bu sıfatlardan hiçbirini beğenmemiştim..

.sonradan öğrendim o günde raporlu olduğunu avni hocanın,içim inanılmaz rahattı..5. dersin boş geçiceğini sanarken kapıdan içerdi girdi birden,sırf bizm sınıfın dersi için gelmiş..gözlerim karardı birden onu hiç beklenmedik bi anda gördüğüm için..sinirli gbi bi hali yoktu içeri girdiğinde,her zaman olduğu gibi barbarosdan sınıfı saymasını istedi,sonra sınıf defterini alıp sandalyeye vurdu tozların silkelenmesi için..her vuruşunda yüreğim zıplıyordu oysa..bana vurduğu hisseder gibi..yanına çağırdı beni..yavaş ve arkama bakarak ilerledim,sınıftakilerin gözünden düşmeden son bi kez bildikleri emre olarak baktım yüzlerine..2 dakika hiçbişey demedi ben başında durdum..ve birden ağzını açmaya çalıştığında sınıftan gelen konuşmala üzerine,ilk söylemeye hazırlandığı cümlenin ilk harfini birden yuttu ve sinirli bi şekilde kendine özgü 'susun lan zibidiler' lafını kullandı,ilk kez bu kadar hararetli söylemişti bu lafı..yaklaşık bir buçuk dakika daha sustu önündeki deftere bakıyordu..ben hala yeşil tahta ve masının arasında ayakta bekliyordum..bana döndü...

-erzurumspor bu hafta ne yaptı ulan it?
.it kelimesi gayet normaldi,normal olmayan benim bu soruyu duyduğumda algılayamamamdı..ama sorunun devamı olmalıydı,bu kadarla kalmamalıydı..3 dakika sonra tekrar sordu aynı soruyu,ama bu kez it yoktu sonunda..ikinci ligdemi üçüncü ligdemi nerde olduğunu bilmediğim erzurumsporun bu hafta ne yaptığını bilmiyordum elbette..
.'2-1 koymuşlar hocam' diye cevap verdim ikinci kez sorulan bu soruya..

.döndü tekrar ve o pis sırıtışını yaptı gene,tahtayı silmemi istedi..tahta bomboştu,gülmem üzerine..sil ulan sen diye bi çıkış yaptı..silmeye başladım üzerinde hiçbişey yazmayan tahtayı,'tozutma lan,yukardan aşağı sil şu meredi' diye kükredi bu kez..çünkü bilerek ona doğru siliyordum..elimi yıkama bahanesiyle sınıftan çıktım ve ikinci kattan aşağıya baktım..rahatlamıştım yenmiştim korkumu..ama bu sefer yeni bi sorun vardı saksıdaki çiçeğin adı neydi ???